Oya Baydar: Barış unutarak değil yüzleşerek gelir

EVRİM KEPENEK
İSTANBUL (DİHA) - Yazar Oya Baydar, son kitabı Surönü Diyalogları'nı, "Batı'dan gelen Türk aydınının kendisiyle Kürt sorunu üzerinden hesaplaşması, anlamaya çalışması, dışarıdan bakışla içerden bakışın karşılaşması ve çatışması, kişinin kendisiyle hesaplaşırken içine düştüğü ikilemler" olarak özetledi. Baydar, "Barış unutarak değil, yüzleşerek, hesaplaşarak, ödeşerek gelir" dedi.
Türkiyeli okurların yakından tanıdığı bir isim Oya Baydar, Çöplüğün Generali, Kayıp Söz, O Muhteşem Hayatınız, Sıcak Küllerdi Kaldı ve Erguvan Kapısı başta olmak üzere çok sayıda kitabı defalarca basıldı ve yurt dışında 27 dile çevrildi. Baydar, okuru ile sadece kitapları üzerinden değil, Türkiye'de yaşanan politik ve sosyal gelişmeler üzerinden de bağ kurabilen yazarlardan biri. Hemen hemen her romanında, toplumda olan bitene farklı bir açıdan bakma imkanı sunan Baydar, sınıfsal farklılıkların insan yaşamı üzerindeki etkisini düşünmeye itiyor. Baydar'ı pek çok yazardan ayıran en önemli özelliği ise, Türkiye'de kendisini "aydın", "yazar", "şair" olarak tanımlayan ancak toplumsal çelişkileri, yetmezlikleri görmezden gelenlerin aksine tam da bu konuları tartışmaya açarak, sorunun çözüm noktasında inisiyatif alması. Baydar, kimi zaman bu yönü ile çoğu yazarın kendileriyle yüzleşmelerine de katkı da sunuyor.
Baydar'ın son kitabı Surönü Diyalogları Can Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Kitap, Diyarbakır Surönü'nde bir tanıklık, yüzleşme ve hesaplaşma denemesi ve belki de kendisini ifade etmeyen binlerce "iç" sesin Baydar tarafından duyulur kılınma çabası. Kitapta kullandığı diyalog yöntemini "samimiyet ve içtenlik" olarak tanımlayan Baydar, samimiyetin ve içtenliğin etkisine inanlardan. Yüzleşme aracına dönüşen kitap da anlatılan Sur, bir yanı ile "sokağa çıkma yasağı" getirilen tüm kentleri temsil ediyor.
"Bütün mesele barışa niyetli olmak" diyen Baydar hem kitabı hem de Kürdistan'da sürdürülen devlet politikalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
* Surönü Diyalogları'nda olayları anlatış tarzınız birçok romana göre farklılık gösteriyor. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprü var gibi. Bu yöntemi bilerek mi tercih ettiniz?
Surönü Diylogları'nın romanla, hikâye ve bu edebî türlerle hiç ilgisi yok. Bu metin, biri dışarıdan biri içerden iki farklı bakışın, iki farklı sesin bir konuyu tartışmaları, daha doğrusu anlamaya çalışmaları. Başka bir yöntem olamazdı zaten, tercih değil zorunluluktu.
* Kendi iç konuşmanız çok samimi. Bu samimiyeti kitapla kamuoyuna açmak fikri nasıl gelişti?
Samimiyetin, içtenliğin etkisine inanırım. Ben başka türlü konuşup yazamam zaten. Kendimi böyle çırılçıplak ortaya serersem, başka insanlar da bilinç altlarına itmeye çalıştıkları kendi gerçekleri ile yüzleşebilirler diye düşündüm.
* Kitapta, yaşanmakta olunan acıyı tam olarak ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Yaşanmakta olan acıyı, yıkımı tam olarak yansıtabildiğimi düşünmüyorum. Sözleri aşan bir noktadayız. Üstelik ben, ne olursa olsun, dışarıdan bakanım. O acıları içerdekiler yaşadılar asıl. Korkmaya gelince... Neden korkacağım ki, 75 yaşındayım, bu yaşa kadar yaşadıklarımla korkuya şerbetlendim. Gerçekleri görmekten ve dile getirmekten korkarsam kendimi inkâr etmiş olurum.
* Sur'da yaşanan yıkımlar Oya Baydar'ı nasıl etkiledi?
Lafın gelişi değil, gerçekten hastalandım. Sadece Sur değil, bütün bölge. Sur sembolik bir anlam kazandı. Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova, daha nereler… En kötüsü, yakın gelecekte hiçbir ışık göremiyorum. İnsanları da toplumları da umut yaşatır, umudumu en azından kısa dönem için yitirdim.
* Sur'da yaşananlar unutulursa barış gelir mi?
Hiçbir zaman unutulmaz. Ne 1915 ne Dersim ne 6-7 Eylül vb. unutuldu. Toplumun içinde cerahatli bir yara gibi işledi, travma halini aldı. Bu yüzden bu toplum bir türlü sağlığına kavuşamadı. Barış unutarak değil, yüzleşerek, hesaplaşarak, ödeşerek gelir.
* Peki, barışın yolu, yöntemi ne sizce?
Savaşan tarafların barışı siyaseten değil gerçekten istemeleri gerekir. Somut durumu ele alacak olursak, devletin/iktidarın ve PKK'nin önce silahları ve operasyonları koşulsuz sona erdirmeleri, nasıl olsa bir gün masaya oturulacak, savaşı sürdürüp, birbirimizi öldürüp elimizi güçlendirelim anlayışından vazgeçmeleri gerekir. Barışın yolu, yöntemi, onlarca benzer çatışmadan süzülmüş deneyimler ışığında, günümüzde neredeyse bir bilim haline geldi. Bütün mesele barışa niyetli olmak.
* Türkiye'de barışı dillendirenler bir şekilde cezalandırılıyor. Davalar açılıyor, hatta öldürülüyorlar. Kitabı yazarken bunları düşündünüz mü? Hangi hissiyatla yazdınız?
Doğrudur; Türkiye barış sözcüğünün sakıncalı olduğu, barış istemenin suç sayıldığı bir ülke. Bir televizyon programına bağlanıp, "buralarda neler olduğunu görün, barış istiyoruz" diye can havliyle haykıran Ayşe Hanım'a aynen katıldığımızı söylediğimiz için, ben dahil onlarca kişi hakkında dava açıldı. Kitabı yazarken bunları hiç düşünmedim. Kuştan korkan darı ekmez.
* Kürt illerindeki devlet politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk ulus devletinin en azından yüz yıldır süren asimilasyonist, ayrımcı, ceberrut politikasının devamı. Kendini bu ülkenin tek sahibi ve efendisi gören; diğer milletlerin, halkların, etnitelerin tek görevinin egemen ulus Türk'e hizmet ve biat etmek olduğunu vaaz eden Türk milliyetçiliğinin ve seçkinci, vesayetçi, yer yer ırkçı ideolojinin biçimlendirdiği devlet politikaları söz konusu. İlginç olan bu politikaların, Kemalist Cumhuriyet döneminde veya şimdi siyasal İslam'ın iktidarında aynen sürdürülmesi.
* Oya Baydar'ın barış hayali nedir? Nasıl bir ülkede yaşarsak barış olur?
Bu topraklar üzerinde, hatta bu bölgede yaşayan herkesin, bütün halkların; etnik kökeni, dili, dini, mezhebi, kültürü ne olursa olsun eşit haklarla, birbirine saygı içinde yaşamaları. Devletin efendi değil hizmetkâr olduğu, bütün özgürlüklerin önünün açıldığı, sol, sağ, dindar, laik her türlü bağnazlığın mahkûm edildiği, ayrımcılığın sadece yasalardan değil vicdanlardan da sökülüp atıldığı bir ülke.
* Son olarak bizim aklımıza gelmeyen sizin eklemek istedikleriniz nelerdir?
Evet; eklemek istediğim bir şey var. Surönü Diyalogları konusunda, daha kitap okunmadan ya da okunmuş da olsa, orada ne anlatılmak istendiği tam anlaşılmadan bazı eleştiriler, hatta tepkiler varmış. Anladığım kadarıyla, daha çok 'Acelen ne, henüz bölgede savaş sürerken ne gereği var' veya 'Sen dışarıdansın, sana mı kaldı' türünden bir şeyler… Varmış, diyorum çünkü ben sosyal medyada yokum, izlemiyorum ve ilgilenmiyorum; başkalarından duydum. Hemen belirteyim; başta da söylediğim gibi bu kitap roman falan değil, Batı'dan gelen Türk aydınının kendisiyle Kürt sorunu üzerinden hesaplaşması, anlamaya çalışması, dışarıdan bakışla içerden bakışın karşılaşması ve çatışması, kişinin kendisiyle hesaplaşırken içine düştüğü ikilemler. Bu yüzden de, kitap erken değil tam tersine geç kalınmış bir ürün. Ben, iki tarafı da anlamaya çalışarak barışı neden ıskaladığımızı ve hâlâ mümkün olup olmadığını sorgulamaya çalıştım. Önce kendimden başlamaya cesaret ederek.
(yk/pu)